Resimlerdeki Yalnızlık
Gelişmiş Batı Uygarlığı aslında bireylerinin yalnızlığı üstüne kurulu. Özellikle Amerika’da bireyler kendi başlarına yaşıyorlar. Sanat bundan etkileniyor. Edebiyat başta olmak üzere bütün sanat dallarının değişmez konusu aslında iletişimsizlik. Tecrit edilmişlik duygusu hayatın her alanında, hatta aile içi yaşamımızda bile bizi tutsak almış durumda. Resim sanatı da bunlardan uzak kalmıyor. Edward Hooper işte tam bu duyguların ressamı. O, resimlerinde yalnız insanın ruh halini mükemmel bir biçimde anlatıyor.
İlişkiler Bile Tek Başına
Karı-koca ilişkilerinde bireyin düşebileceği yalnızlık ve tecrit edilmişlik duygusu onun “Room in New York” resminde özellikle belirtiliyor. New York’taki Oda diye çevirebileceğimiz eserinde adam koltuğunda öne eğilmiş ve gazeteye tamamen dalmış durumdayken, kadın piyanonun önünde bıkkın bir biçimde oturuyor ve piyanoya sadece tek parmağı ile dokunuyor. O diyalogsuz odadaki monoton, tek nota piyano sesinin yaratacağı buz gibi havayı, muazzam duygusuzluğu resme bakarken sanki yüreğimizde hissediyoruz. Bizde de kimbilir kaç evde, kaç çift arasında böyle uzak, konuşmasız, sessiz zamanlar geçmiştir. Bu sanki bir kara film. Zaten Edward Hooper sanat eleştirmenlerince kara film ekolünü çizimleriyle yaratmış bir ressam olarak kabul ediliyor. Gündelik hayatımıza sızmış şiddetle, tehlikelerle, iletişimsizlikle hayatımız giderek bir kara film halini alıyor.